"Bundan sonra her gün Maria Puder'le buluşup beraber gezmeye başladık.Birbirimize söyleyecek şeyleri ilk akşam bitirmiş değildik.Her zaman karşılaştığımız insanlar,manzaralar,bize düşüncelerimizi söylemek ve bunların birbirine ne kadar yakın olduğunu tespit etme imkanı veriyordu.Bu fikir yakınlığı,her noktada aynı şekilde düşünmenin neticesiydi;gerçi bunda bir tarafın fikrini kabul edip kendisine mal etmeye diğer tarafın evvelden hazır bulunmasının da tesiri vardı.Fakat karşısındakinin her kanaatini doğru bulup benimsemek için vesile aramak da bir nevi ruh yakınlığı alameti değil miydi?" (s.105)
28 Aralık 2012 Cuma
20 Aralık 2012 Perşembe
12 Aralık 2012 Çarşamba
12.12.12 (Dijital Dilek)
tarihi tam hatırlamıyorum ancak yine böyle sayılardan yada tarihlerden dilek tutma günü,kombinasyon olmuş yine bir şeyler; sabahın körü ama ilk ders değil öğleden önceki son ders de değil çünkü daha karnım acıkmamış...
sabahları sıraya oturunca ilk işim bugün hangi dersi dinlesem,hangisini dinlemeyip öğretmen otoritesine karşı gelsem,konuşup sağa sola sataşsamı düşünmek, Uluç bunların hiçbirini düşünmeyip direkt konuşma olayına giren sıra arkadaşım olarak;kombinasyonu hala hatırlamadığım bir anda, saatimin takılı olduğu kolu kendine çekip bana saatin dijital ekranını gösteriyor: "bak oğlum gördün mü?" "neyi lan?" "dizilime bak,hepsi aynı anda, aynı sayıda,dilek tutsana...""ya aga bir siktir git"
modern insanın dilek tutma biçimleri gittikçe şaşırıyor kendini, üstelik buralara iki aynı isimli insanın arasına denk gelince,"dilek tutayım" dan geliyoruz... çocukken bu kadar kafamız çalışıyormuş demek ki; büyüyünce aletler gelişip büyüyünce,dijital hayatlarımızın kodlarını başkaları yazarken dilek şekillerimiz de gelişiyormuş demek ki... dilek tutmak iyidir,yani pek bir işe yaramaz ama ağaçlara tutunmamızı sağlar!hangi ağaçlar? ne bileyim ağaç sözcüğü çıkıverdi aklımdan bir anda, evrime inanıyorsanız maymunluk dönemimizden kalan ağaçlar da olabilir... hem o zamanlar kodlarımızı tek bir şey yazıyordu:inançlılar için tanrı,inançsızlar için kozmos!
12.12.12 bana göre birbirinin yanında şık duran sayılar,e ama kola ile pizza da şık duruyor bana göre; o zaman da dilek tutayım bari... her şey şıklıkla ilgili bana göre zaten! çok büyük laf ettim aman şu dilek konusuna geri döneyim.
dedim ya modern insanın isteklerini tanrı ya da kozmos (bizde her inanca saygı var kardeşim burası seküler bir blog)dan değil de sayılar kombinasyonundan istemesi, çokça saçma ama anlaşılabilir bir durum...ta eski çağlardan beri (maymun dönemimize kadar gitmeyin neandartel dönemde kalın) dilek dileyen insanoğlu, bu yüzyılda da elbette dilek dileyecek! ağaca bez bağlanan eski yöntemlerin yanına,böyle dijital dilekler de ekleyecek... sorun falan yok ortada,sadece kendini bu işe fazlaca kaptırmak var! insan böyle bir günde evlendi diye hayatında hep mutlu olacağını düşünme saçmalığına kapılıyorsa,heh sorun burada işte!
dilek dileyin güzeldir, ruhu okşar biraz,biraz da ferahlık verir dilendiği anlarda...çünkü bu hayattan hep istediğimiz bir şeyler vardır...
hayatın akıp giden çizgisini biraz da tevekkül ile karşılamak heveslisi olsak da, bu 12.12.12 şıklık olarak kalsa hayatımızda fena olmaz mı?
ah tevekkül, unuttuğumuz o eski güzel kelime...
9 Aralık 2012 Pazar
7 Aralık 2012 Cuma
Hayatın Henüz Sağlam Dikiş Atma Yeteneği Yok
bana kimse sevmeyi öğretmedi...hiç kimse aç şu kitabı oku,kurallarını öğren sonra pratiğe geçip sana bu işi öğreteceğiz demedi. annemin babamın büyük aşklarının meyvesi falan da değildim,(o yıllarda ülkemizde aşık olmak henüz icat olmamıştı) öyle içgüdüsel,içimden bu işi bilerek de doğmadım...
kendim öğrendim... bir oyuncak arabayı,ya da bir rengi nasıl sevmeyi öğrendiysem öyle öğrendim... bir çocuk oyuncak arabasını çok sever ama bunun neden öyle olduğunu,nereden geldiğini bilemez;işte ben bu kitapta yazmayan kuralı buldum ve öyle sevdim...bir kadını oyuncak arabamı sever gibi sevdim,mutlu oldum severken...
oysa yazılı kurallarda sevmekle ilgili bir sürü veri vardı,altı çizilmesi ve bir kenara not edilmesi gereken kurallar vs. ; ilk kuralı yaşayarak öğrendim...öyle her zaman istediğin kişiyi sevemezsin,ikincisi ardından geldi:karşılıksız sevgi diye bir şey yok; saçmalıktır... ve sonra üçüncü kural geldi, sevmenin karşılığını vermelisin...en fenası da oydu!hayat bile çelışmadığı yerlerden adamı sınava sokabiliyordu!
benim için bir oyuncak arabayı sevmekle bir kadını sevme arasında fark yoktu ki,ikisine de gözüm gibi bakıyordum;tozunu alıyor parlatıyordum, onlar beni bir mutlu etse ben iki ediyordum,yalan söylemiyordum,onlar acı çekse ben de çekiyordum,bir yerleri bozulsa tamir ediyordum ve bunların hiçbirini karşılık beklemeden yapıyordum... çıkarın benim sevgimde yeri yoktu...ama hatta kocaman bir AMA sonunda acıları ben çektim,çünkü ben yazılı kuralları uygulamak istemiyordum! sizin kurallarınızın canı cehenneme dedim ve sonunda acı çektim!
peki hangisi daha beter:fiziksel acılar mı,manevi acılar mı? şöyle yaşadıklarıma bir bakıyorum da manevi olanlar daha ağır basıyor...geçiyor fiziksel acılar;bir yara,atılan 3-4dikiş,ağrı kesiciler ve zaman...ah o zaman!manevi acılarda bir işe yaramıyor malesef, bir anda eskilerden gelen bir acıyı önüne koyuyor ve aynı hissi yara kanamaya başlıyor ve hayatın henüz sağlam dikiş atma yeteneği yok...
23 Kasım 2012 Cuma
Boş Kalan Çerçeve
Bu yılın başları büyük şehri terk ediyorum taşra beni kendine çekiyor,belki de ben çekmesini istiyorum... Şartlar diyorlar "neyi gerektiyorsa onu yaptık" büyük bir devlet adamı gibi içimden konuşuyorum, oysa büyük olmak gibi derdim yok biliyorum... Ve dönüyorum, hem de o taşraya yıllar önce girdiğim ilk yoldan,en eski yoldan... Geniş ovaların arasından,fabrikalara çalım atarak dönüyorum... Bir fabrikanın önünden geçerken, her metal yığınına anlam yükleyen ben,içerdeki tek bir kişi için o fabrikaya da anlam yüklüyorum... "Az önce geçtim" diye mesaj atıyorum... Yalın bir mesaj gibi duruyor o an, ama bazen yalın olmak çok şeyi anlatıyor bu hayatta...
...
Birkaç ay geçiyor, her şey yolunda -ya da ben öyle zannediyorum- başbaşa bir yemekteyiz! Özel bir yemek ama her zamanki hafif salaklığımla özel olduğunu direkt söyleyemiyorum! "Gelirken ne giyeyim?" diye mesaj atıyorum, çünkü ben özel insanlara sorarım ne giymem gerektiğini ve ortada özel insan yoksa sormam, ne giydiysem o der çıkarım meydana... "Gömlek giy" diye cevap atıyor ve ben de mavi bir gömlek giyiyorum!
Alkolle arası yok ama rakı içiyor ve ben özenle rakı koyuyorum kadehine... Sonra ikinci kez özel olduğunu hissettiriyorum, ama salaklık devam ediyor bu sefer sosyal medyada "biz burdayız birlikteyiz " diye ilan ediyorum kendisine söylemiyorum, o sırada yemekler geliyor ve "salatayı karıştırır mısın" diyorum ve bir anne özeni ile slatayı karıştırıyor hoşuma gidiyor...
Sonra ince saz meydana çıkıyor, ona uygun bir şarkı bulamıyorum oysa kendi adı müzikten gelen bir ad... Belki de ondan bulamıyorum, belki de yaşanacak birkaç şeyden sonra uygun şarkı bulmak daha anlamlı bilemiyorum... Bunu düşünürken, kemancı amcanın sesi susuyor ve tam arkamızdaki masadan bir kadın sesi yükseliyor..."Bırakma ellerimi..." kafamı tam çeviremiyorum çünkü bir yandan da göz ucuyla onu seyretmek istiyorum... Sonra şarkı bitiyor! Herkes alkışlıyor ama ben bu özel duruma en yakın masa olduğumuzun bilinci ile herkesten daha fazla alkışlıyorum...
En sonunda gece bitiyor,günler bitiyor,aylar bitiyor... Boş bir çerçeve kalıyor!
Zara-Boş Kalan Çerçeve
14 Kasım 2012 Çarşamba
Bütün Yollar Kapalı
Bütün yollar kapalı! Hiçbir yere gidemezsin..."Ama ben gitmek istemiyorum,varmak istiyorum,yolda olmaktan içimdeki göç eden-ve belki de edemeyen- adam olmaktan sıkıldım...Varmak istiyorum." Sana söylüyorum işte hiçbir yere gidemezsin hadi senin tabirinle konuşayım varamazsın! Çünkü yollar kapalı, hiçbir taşıt seni almayacak alsa da varamayacaksın bir yere... Çünkü sen istenmiyorsun,herhangi bir köşede önüne geçip,durduracaklar seni, geri döndürecekler hiçbir yere... O hiçbir yerde de hiç gibi kalacaksın! Buna alışmanı isterdim çünkü sen çok şeye alıştın, bu bir yere varamamana da alışırsın sanmıştım...Sen beni çok yanılttın,herkesi yanılttığın gibi... Herkesi yanılttın! Ve belki de bundan bir yere gitmene ya da varmana izin vermiyorlar artık... Yollar bir ara hep açıktı sana,sen gittin en doğru yolda yürüyeceğim diye tutturdun,herkesi üzdün,kırdın; oysa bir sürü yol vardı; herhangi biri ile varabilirdin en doğru yolu aramak neden senin için bu kadar mühim? Doğru yolu bulunca,hayatının tamamen doğru olacağını,yalansız,hatasız olacağını mı sandın... Oysa hayat öyle değil; senin şimdi baktığın uçurumun -hiçliğin orası işte- oradan öyle gözükmüyor; ve şimdi aramıza gelemezsin, çünkü yollar kapalı... İşte senin cezan bu! Aramıza gelememen... O kadar doğruluk peşinde koştun ki, uzaklardan aramıza başkaları da gelemiyor ama onların fildişi kuleleri var seninse yurdun olan bir uçurumun(*)... Bazen ısıtan bazen üşüten bir uçurum... Yollar kapalı, seni bir köşeden döndürecekler biliyorsun! Hiçbir yere gidemezsin...
(*)Cemal Süreya'nın "Uçurumda Açan" şiirinden benzetmedir.
(*)Cemal Süreya'nın "Uçurumda Açan" şiirinden benzetmedir.
30 Eylül 2012 Pazar
Eylül Toparlandı Gitti İşte
Sevgim Acıyor
mutsuzluktan söz etmek istiyorum
dikey ve yatay mutsuzluktan
mükemmel mutsuzluğundan
insansoyunun
sevgim acıyor
biz giz dolu bir şey yaşadık
onlar da orada yaşadılar
bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
en başta mutsuzluk elbet
kasaba meyhanesi gibi
kahkahası gün ışığına vurup ta
ötede beride yansımayan
yani birinin solgun bir gülden
kaptığı frengi
öbürünün bir kadından aldığı
verem
bütün işhanlarının tarihçesi
bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor
yazık sevgime diyor birisi
güzel gözlü bir çocugun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
gemiler gene gelip gidiyor
dağlar kararıp aydınlanacaklar
ve o kadar
tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
sonbahar geldi hüzün
kış geldi kara hüzün
ey en akıllı kişisi dünyanın
bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
kimi sevsem
kim beni sevse
eylül toparlandı gitti işte
ekim falan da gider bu gidişle
tarihe gömülen koca koca atlar
tarihe gömülür o kadar
Turgut UYAR
1 Eylül 2012 Cumartesi
Yağmurun Yağması İyidir
sonra o gider sesini yıkardı
telefonda saatlerce seviştiğinden
o diye biri vardı galiba
ağzı da iyice vardı galiba
gece çiçeklerinden bir orman
pejmürde atlar pahasına
bira içerken saçları uzun
parmakları korkunç ve kalabalık
bir gece aksaray'da hiç unutmam
yüzümü ellemisti galiba
denize doğru gittikçe artan
bir yüz benim yüzümdü olsa olsa
yakasında kocaman bir düğme
sevinci bitiştirince acıya
ayıran kuşkuyu inançtan
yağmurun yağması iyidir
bir çerkez mızıkası gibi rengarenk
iki adet kuş çantasında
Cemal SÜREYA
28 Ağustos 2012 Salı
Bir Yağmur Anısı
yaz yağmuru şöyle odamdan içeri kokusunu ve cama vuran tıkırtılarını gönderince eski yağmur anılarına daldım, birden o meşhur şarkı geldi anılar yumağının dibinden...yağmurun elleri-yeni türkü, şarkının kendisi baştan aşağıya bir hikaye ya bizimkisi de bir anı, ama nedense bu şarkı üzerine çok anım olmasına rağmen;2003 yazına Enez'e gittim... eski bir dostla,eski bir dostun yazlığına 2 günlüğüne kaçtığımız o yaza... şarkının kendisi anı değil ama anının içinde öyle bir yerde çalmıştı ki...
cumartesi hava iyiydi, ama orası Enez'di;batının en batısı, 5 dakikada işlerin değiştiği yer...öyle de oldu pazar sabahı (öğleni demek daha doğru) gri bulutlarla uyandık, ama ne bulutlar denize bizden önce girmeye başlayan bulutlar... aldırmadık çünkü aldırmaya lüksümüz yoktu; 2 günlüğüne geldiğin tatilin suyunu çıkarmak bir yerlerde yazılı olmayan bir kuraldı; haydi denize dedik... ve beklenen oldu akşamüstü hava patladı, şimşekler sert bir yağmur ama heyhat ben durmam yağmurda denize girmenin keyfi bir başkadır bilirim; koşarak suya girmiştim hadi ben deliyim bizim çocuklar da deli gibi peşimden gelmişti... kumsalda toplasan 10 kişi kalmış,diğerleri kaçmıştı...yaz yağmurundan kaçan insanoğlu başka nelerden kaçmaz ki... baya bir eğlenceden sonra; denizden çıkıp çoktan ıslanmış havluların ve tişörtlerin yanına gittiğimizde; artık terliklerimin yerinde olmadığını da fark etmiştim... embesilin biri 41 numara ayağı ile kaçarken benim 45 numara terliklerimi giymişti... sanırsın atom bombasından kaçıyor... şiddetini azaltan ama hala yağmaya devam eden yağmurla eve çıplak ayaklarla dönmek zorunda kalmıştım...
eve vardığımızda verandada oturmuştuk,kimin aklına geldi hatırlamıyorum benim yeni türkü kasedini (evet o zamanlar kaset hala vardı,şimdiki gibi akıllı telefonlar yok,i-podlar,mp3 playerlar ise yeni yeni piyasaya çıkıyordu) kasetçalara koyulmuştu ve sonra bir anda yağmurun elleri çalmaya başladığında, verandada herkes susmuş;sanki yağmurun bir ayine ihtiyacı varmış gibi sadece şarkıya odaklanmış susmuştuk,uzun uzun sustuğumuzu ve yağmuru seyrettiğimizi hatırlıyorum; ve hala aklımdadır verandadan izlediğim o yaz yağmuru...
22 Ağustos 2012 Çarşamba
eski günlere doğru
ne kadar hazırlasanız da kendinizi bir şeylere gerçekleşince bir tuhaf oluyorsunuz.şu anda öyleyim tuhafım ve canım acıyor ve yüzyıl öncesinden kalma cümleleri yine duydum bugün.evet ben geri zekalıyım,salağım,bencilim,manyağım çünkü seviyorum.ellerimde ufalanan,kayıp giden bir sevgi... canım acıyor. daha önce çıkmış olduğum üst katlardan inmemek gerekiyordu ama bir kez daha denedim işte,bu sefer olur dedim ama olmadı.gene çıkmanın vakti geldi üst katlara! aşk zor bir şey ve herkes beceremiyor,ben beceriyorum ama aşık olmak için fazla iyiyim...oyunları,taktikleri bilmiyorum bildiğim tek şey aşk için savaşmak,geniş topraklar feth etmek,herkesin birbirini sevdiği ülkeler kurmak! savaşıyorum ve yeniliyorum.Mücadele ediyorum,yenilgilerimi tarih yazıyor,yazacak... tarih aşklar için gerekli,yazılmalı çünkü geriye kalan hatırlanacak şeyleri kitaplar yazıyor... daha önce de olduğu gibi, o kitapları okudukları gibi,yaptığım savaşları daha sonradan anladıkları gibi...bu son yaptığım aşk savaşını da anlayacakları gibi...
bu sefer de yenildik,ölmedim ama yaralıyım,yorgunum... üst katlar beni bekliyor, her şey hazırdır orada,bıraktığım gibidir! aşkın olmadığı bir kat; onlar beni oradan indiremezler,bir gün belki yine kendim inerim...şimdi yorgunum ve merdivenleri ağır ağır çıkıyorum...
merhaba aşksız,sevgisiz günler...
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Siz Bende....., ..... ......, ........ .......
siz bende akşam,akşamda vapur,vapurda hüzzam
siz bende sokak,sokakta ağaç,ağaçta orman
siz bende turna,turnada bozkır,bozkırda tren
siz bende şarap,şarapta üzüm,üzümde gazel
siz bende Hayyam,Hayyam'da Neyzen,Neyzen'de Hallaç
siz bende dünya,dünyada gölge,gölgede zaman
siz bende vuslat,vuslatta hicran,hicranda umman
siz bende mektup,mektupta rüya,rüyada sonsuz
siz bende alem,alemde kaos,kaosta huzur
siz bende kuyu,kuyuda yusuf,yusufta zindan
siz bende çerağ,çerağda ateş,ateşte kıyak
siz bende hayret,hayrette makam,makamda derya
siz bende güzel,güzelde gülüş,gülüşte yeni
siz bende ada,adada zeytin,zeytinde kara
siz bende Granada,Granada'da Nar,Nar'da Lorca
siz bende Beyrut,Beyrut'ta Hamra,Hamra'da kırmızı
siz bende şehir,şehirde yağmur,yağmurda ceylan
siz bende güneş,güneşte avlu,avluda kumral
siz bende kuzu,kuzuda sürme,sürmede keder
siz bende Eylül,Eylülde rüzgar,rüzgarda mavi
siz bende varlık,varlıkta yokluk,yoklukta tamam
siz bende şaka,şakada ısrar,ısrarda devam
siz bende başka,başkasında ruh,ruhta pervane
siz bende nasip,nasipte heves,heveste arzu
siz bende aysar,aysarda esrik,esrikte göksel
siz bende şiir,şiirde Haziran,Haziranda aşk
siz bende.....,...... ...... , ......... .....
(şiiri dilediğiniz sözcüklerle sürdürebilirsiniz)
Haydar ERGÜLEN (Aşk Şiirleri Antolojisi-Kırmızı Kedi Yayınları-2011)
siz bende sokak,sokakta ağaç,ağaçta orman
siz bende turna,turnada bozkır,bozkırda tren
siz bende şarap,şarapta üzüm,üzümde gazel
siz bende Hayyam,Hayyam'da Neyzen,Neyzen'de Hallaç
siz bende dünya,dünyada gölge,gölgede zaman
siz bende vuslat,vuslatta hicran,hicranda umman
siz bende mektup,mektupta rüya,rüyada sonsuz
siz bende alem,alemde kaos,kaosta huzur
siz bende kuyu,kuyuda yusuf,yusufta zindan
siz bende çerağ,çerağda ateş,ateşte kıyak
siz bende hayret,hayrette makam,makamda derya
siz bende güzel,güzelde gülüş,gülüşte yeni
siz bende ada,adada zeytin,zeytinde kara
siz bende Granada,Granada'da Nar,Nar'da Lorca
siz bende Beyrut,Beyrut'ta Hamra,Hamra'da kırmızı
siz bende şehir,şehirde yağmur,yağmurda ceylan
siz bende güneş,güneşte avlu,avluda kumral
siz bende kuzu,kuzuda sürme,sürmede keder
siz bende Eylül,Eylülde rüzgar,rüzgarda mavi
siz bende varlık,varlıkta yokluk,yoklukta tamam
siz bende şaka,şakada ısrar,ısrarda devam
siz bende başka,başkasında ruh,ruhta pervane
siz bende nasip,nasipte heves,heveste arzu
siz bende aysar,aysarda esrik,esrikte göksel
siz bende şiir,şiirde Haziran,Haziranda aşk
siz bende.....,...... ...... , ......... .....
(şiiri dilediğiniz sözcüklerle sürdürebilirsiniz)
Haydar ERGÜLEN (Aşk Şiirleri Antolojisi-Kırmızı Kedi Yayınları-2011)
12 Ağustos 2012 Pazar
Yağmurun İyiliği
çocukların küllere karışması
fena,
kendilerinin olmayan bir çocukluk
bulacaklar ve beni anlayacaklar
orada!
çocukların beni anlamasına
dayanamam,
korkarım en çok anlayanın en
zalim
olacağından, korkarım çocuklar
da...
sen küle bırak beni zalimlerin
yağmuruna
kül insandan gelir, onu anlama,
beni de...
yağmuru anla, o, tanrının
iyiliğidir,
senin yağmurlu tanelerin düşseydi
aklıma
bahçeme de iyiliğin düşerdi,
şimdi kül
bahçesidir, yağmuru gezdirme,
kötülük gelir...
tanrının başka bahçeleri de
vardır
üzümler iyileşir gibi üzgünler de
iyileşir
tanrının bahçıvan olduğu
günlerden kalmadır
iyiliğin bahçesi: yağmura bak!
iyilik bir bakışta kendini
gösterir...
iyisin, hem yağmur, hem bahçe
gibisin,
tanrıyı seninle sevindir, unutma,
sevindirmek yağmurun iyiliğidir,
tanrıyı benimle üzme, zalimlerin
eline bırakma onu, küle bırakma!
o, yağmurun ve iyiliğin
bahçesidir,
üzümü iyiliğe bırakır gibi
tutar senin de üzgün elini...
çocukların yağmura karışması iyi,
yeter ki beni anlamasınlar!
korkarım çocukların zalim
olacağından,
yağmur dururken külü
anlamalarından
korkarım, her zalimde bir çocuğa
rastlamaktan korktuğum gibi...
Haydar ERGÜLEN
11 Ağustos 2012 Cumartesi
Rahatı Kaçan Ağaç
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsim,rüzgarı,karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin
Melih Cevdet ANDAY
7 Ağustos 2012 Salı
Acıyor
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan
insansoyunun
sevgim acıyor
Biz giz dolu bir şey yaşadık
onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden
kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı
verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadarTurgut UYAR
18 Haziran 2012 Pazartesi
Alt Yazı:Arizona Dream
Grace: i think two wrongs don't make a right.
Axel: meaning what?
Grace: meaning us; two wrongs.
Axel: what if we're not? what if we're two rights and everybody else is wrong?
Grace: either way we're gonna be screwed, axel.
Axel: but at least we can be screwed together.
Bazen öyle olur siz iki doğrusunuzdur ancak herkes sizin yanlış olduğunuzu söyler,durur...
17 Haziran 2012 Pazar
Bugün Pazar
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
Nazım Hikmet Ran
12 Haziran 2012 Salı
Birimiz Hepimizi Yalnız Bıraktık
...
sen biraz suluboya çalışmalısın
çünkü melekler gelince
her şey hayal olacak, biz de... (H.Ergülen)
3 Haziran 2012 Pazar
Kiracıyım Bir Acıya
sen ey kendiyle yetinen;
fosforun yeri gece.
ne yapar gecesiz ateşböceği?
belki anlamsız ve delice
kumrunun inanılmaz yuvası
bir direğin tepesinde.
ama boşluktur biraz da
bir kuşu biçimleyen.
bence böyle seni bilemem.
sen ey kendiyle yetinen;
ne derlerse desinler
su eğimine gidecek.
sen şaraba banılmış ekmek;
deltasıyız bütün sözlerin
ve söz sonunda bak nasıl
senle bana gelecek.
sen yarım kalmış bir aşkın
kaçınılmaz sürgünü,
katlanan göğsündeki kayaya
sen orda şimdi bir hüznü köpürt,
ben bir çocuğa su vereyim burda.
ben ki kiracıyım bir acıya
sen imzalarsın sabah akşam
defterini bensizliğin,
bense kanla öderim
kirasını kaldığım evin.
bir takvimi tersten açardık
eğer isteseydin.
sen ey kendiyle yetinen;
artık suyumuz bulanık,
bir güneş bile olsa sonunda
yolumuz kırık, önümüz karanlık
ve ağır tuğrası alnımızda
padişah yalnızlığın
ama yine de umudumuz kalabalık.
Metin Altıok (Şiirin ilk yayım tarihi 1979-Kendinin Avcısı'nda)
19 Nisan 2012 Perşembe
...
Sevgi Duvarı
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Can Yücel
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Can Yücel
10 Nisan 2012 Salı
El Yazısı Gevezedir
3.
Çocuktum ayıramazdım,ha aşk ha zeytin
aşkı yazsam,kağıttan utanırdım,o benden mahcup
zeytine uzansam dalından kırılırdım,benden de çocuk
ikisini de gözle toplamayı sonra öğrendim
Şimdi zeytin topluyorum kara
göğü çekiyorum mavi
kırdan geliyorum yeşil
göz akşamdan önce iniyor
eylülün kahverengi kasabasına
ve kahverengi bir sıkıntı gelişiyor taşrada,
"aşk bir kasaba kadar renklidir" diyorum
göz inanıyor elin yazdığına da
kağıttan şüpheliyim
kağıt hala çocukluğum kadar saf
elimse çocuklar gibi zalim
"elim kağıda düşünce aşka da düşüyor"
şairim ya kağıdı kandırmayı seviyorum
çünkü kağıt benim!
(Ah bir de kağıt kadar ince
o çocuğu kandırabilseydim...)
Haydar Ergülen (Keder Gibi Ödünç-2005)
Çocuktum ayıramazdım,ha aşk ha zeytin
aşkı yazsam,kağıttan utanırdım,o benden mahcup
zeytine uzansam dalından kırılırdım,benden de çocuk
ikisini de gözle toplamayı sonra öğrendim
Şimdi zeytin topluyorum kara
göğü çekiyorum mavi
kırdan geliyorum yeşil
göz akşamdan önce iniyor
eylülün kahverengi kasabasına
ve kahverengi bir sıkıntı gelişiyor taşrada,
"aşk bir kasaba kadar renklidir" diyorum
göz inanıyor elin yazdığına da
kağıttan şüpheliyim
kağıt hala çocukluğum kadar saf
elimse çocuklar gibi zalim
"elim kağıda düşünce aşka da düşüyor"
şairim ya kağıdı kandırmayı seviyorum
çünkü kağıt benim!
(Ah bir de kağıt kadar ince
o çocuğu kandırabilseydim...)
Haydar Ergülen (Keder Gibi Ödünç-2005)
9 Nisan 2012 Pazartesi
Aşk Bir Sızma Halidir

"Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosu'nda oyuncuydu, ben de Ankara'da yaşayan bir öğrenciydim.
O zamanların Ankara'sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70'li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi.
Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay'la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili'ydim ben.
O yılların derli toplu Ankara'sında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yaman'la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar.
O sinemaya 'Sürü' filmi ile geçince İstanbul'a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul'a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır.
Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman'ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir.
Ben Ankara'dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti.
Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman'ı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi.
Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, 'canımın içi' derken bile bazen tonlamamdan dolayı 'Hadi canım!' anlamı çıkabileceğini falan gördüm.
Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yaman'ın aynasında görünce, 'Aaa çok fena bir şeymişim!' dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. 'Benimle o garnizon sesiyle konuşma' derdi.
Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; 'Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!' diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu.
Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü'ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı.
Bizim Yaman'la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.
Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik.
Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz.
Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep.
Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir.
Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman'la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız.
Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı.
Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşim'in ilk uzun metraj filmidir "İz" filmi ve Yaman'a adadılar.
Yaman'ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konak'ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim.
Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın.
Yaman'la her günümüz Sevgililer Günü'ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz'ı turlardık.
Sezen'i anmamak olmaz: Sezen, Yaman'ın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yaman'dan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız.
O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yaman'dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı.
Birlikte yazdığımız ilk şarkı; 'Masum Değiliz'. 'Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna' diye...
Yaman'dan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezen'in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır.
Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.
Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.
Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.
Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.
Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.
Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.
Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, 'Aşk bir kör atlayıştır.'
İnsanların birbirleri için 'sağlama' yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, 'Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım' mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.
- Babam ve Oğlum'u gördün mü?
- Hee gördüm
- Ağladın mı?
- Sana ne?
Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.
Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.
Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı..."
Meral Okay
Ne yaparsa yapsın:Oyunculuk,senaryo yazımı,şarkı sözü yazarlığı Meral Okay benim için, Yaman Okay'ın büyük aşkıydı...Belki de bu hayatta en iyi yaptığı şeydi...Huzur içinde yat...
8 Nisan 2012 Pazar
Ey Oğul Sen Ne Zaman Ölülerle Konuşmaya Başladın
-Diriler beni dinlememeye, anlamamaya başladığından beri babaanne...
Sen bu dünyadan gittiğinden beri,ben hiç iyi değilim babaanne...
Hani seni her ziyaret edişimde yaşlı gözlerin ve dudakların ile bana dediğin gibi; "babanke sen okulunu bitireceksin,askere gideceksin sonra evleneceksin ve ben bunların hiçbirini görmeyeceğim!" Oysa ben hep sana şunu demiştim, hepsini göreceksin canım söyleme şöyle şeyler ve aldığım her cevap şöyle idi:"Allah benim ömrümü sana katsın torunum, sen soyun devamısın..."
Ben babaanne gittiğin günden beri, sadece okulumu bitirebildim, büyük adam olamadım babaane... Mezuniyetimi göremedin mesela, hani senin beni her hafta görmeni sağlayan okulum şubat ayında diploma vermiyordu mesela... Oysa ben mezun olduğum gün, diplomamı sana adadım babaanne... Biliyor musun, sen gittiğinden beri neler oldu... Mutlaka biliyorsun yukarılardan bir yerlerden, sadece içimi döküyorum babaanne...
Sen gittiğinden beri; adam olmaya çalıştım ama olamadım babaanne... saçımdaki beyazlar arttı (ve her geçen gün artmaya devam ediyor)... babamla kavgalarım azaldı çünkü o da ihtiyarladı ve artık olmayan diyaloglarımıza, uzun sessizlikler katıyoruz! Annem mi? Bildiğin gibi; hala bu ailenin temel direği ve babaanne inanır mısın o da yaşlandı... Ama hala hükümet gibi kadın, buna da şükür... Sezin mi? O artık hayatımda yok babaanne, beklenen sondu! Nolur kızma bana...
Senin olduğun uzun masaları Orçe sayesinde kuruyoruz... Artık masamızda bir büyük oluyor... Amcam iyi ki var... He iki yaz önce korkuttu bizi ama koca adamların kalpleri o kadar kolay terk etmez bizi, terk etmemeli...Beyazın sırrında seni illaki anıyoruz dedemle birlikte, ve seni her anışımızda şöyle bir bakıyorum şimdi oturmadığın boş koltuğa...
Birkaç işe girip çıktım babaanne, ama gittiğin günden beri düzenli bir işim olmadı! Üstelik borç içinde yüzüyorum... En önemlisi ne biliyor musun? Hırslarımı kaybettim ve tuttum kendimi bir uçuruma hapsettim! Ve o uçurumda yaşamaya çalışırken iki kez reçeteli kimyasallara yenildim babaanne... Mesela hava atmayı sevmem bilirsin ama maslak acıbadem aciline İbrahim Tatlıses'ten önce ben girdim; sadece ayak parmaklarımı hissederek... Ama hepsini atlattım babaanne çok şükür; hastalıkları yendim ama kendi hayatımı yenemedim!
Kendi ailem yok babaanne! Oysa gitmeden önce, her fırsatta bana önemini anlatırdın!Ama nasıl olsun ki babaanne... Aşkı istedim olmadı, sevmeyi istedim olmadı, sonra dedim bu uçurumlardan bir güzellik en azında bir güzellik çıkarayım dedim o da olmadı...
Seni son gördüğümde, "gene gel babanke demiştin" bana ve geldiğimde sen mezarında yatıyordun babaanne... Merak etme bundan sonra her geldiğimde sonsuza kadar ordasın... ve bir gün ben de senin yanına yatıcam; sessiz sedasız...
Özledim seni... Ve hayatımı düzeltmek için yukarılarda bir yerde en azından birini tanıyorsan, lütfen rica et ona.... Yarın en azından güzel bir şey olsun şu hayatımda...
Sen bu dünyadan gittiğinden beri,ben hiç iyi değilim babaanne...
Hani seni her ziyaret edişimde yaşlı gözlerin ve dudakların ile bana dediğin gibi; "babanke sen okulunu bitireceksin,askere gideceksin sonra evleneceksin ve ben bunların hiçbirini görmeyeceğim!" Oysa ben hep sana şunu demiştim, hepsini göreceksin canım söyleme şöyle şeyler ve aldığım her cevap şöyle idi:"Allah benim ömrümü sana katsın torunum, sen soyun devamısın..."
Ben babaanne gittiğin günden beri, sadece okulumu bitirebildim, büyük adam olamadım babaane... Mezuniyetimi göremedin mesela, hani senin beni her hafta görmeni sağlayan okulum şubat ayında diploma vermiyordu mesela... Oysa ben mezun olduğum gün, diplomamı sana adadım babaanne... Biliyor musun, sen gittiğinden beri neler oldu... Mutlaka biliyorsun yukarılardan bir yerlerden, sadece içimi döküyorum babaanne...
Sen gittiğinden beri; adam olmaya çalıştım ama olamadım babaanne... saçımdaki beyazlar arttı (ve her geçen gün artmaya devam ediyor)... babamla kavgalarım azaldı çünkü o da ihtiyarladı ve artık olmayan diyaloglarımıza, uzun sessizlikler katıyoruz! Annem mi? Bildiğin gibi; hala bu ailenin temel direği ve babaanne inanır mısın o da yaşlandı... Ama hala hükümet gibi kadın, buna da şükür... Sezin mi? O artık hayatımda yok babaanne, beklenen sondu! Nolur kızma bana...
Senin olduğun uzun masaları Orçe sayesinde kuruyoruz... Artık masamızda bir büyük oluyor... Amcam iyi ki var... He iki yaz önce korkuttu bizi ama koca adamların kalpleri o kadar kolay terk etmez bizi, terk etmemeli...Beyazın sırrında seni illaki anıyoruz dedemle birlikte, ve seni her anışımızda şöyle bir bakıyorum şimdi oturmadığın boş koltuğa...
Birkaç işe girip çıktım babaanne, ama gittiğin günden beri düzenli bir işim olmadı! Üstelik borç içinde yüzüyorum... En önemlisi ne biliyor musun? Hırslarımı kaybettim ve tuttum kendimi bir uçuruma hapsettim! Ve o uçurumda yaşamaya çalışırken iki kez reçeteli kimyasallara yenildim babaanne... Mesela hava atmayı sevmem bilirsin ama maslak acıbadem aciline İbrahim Tatlıses'ten önce ben girdim; sadece ayak parmaklarımı hissederek... Ama hepsini atlattım babaanne çok şükür; hastalıkları yendim ama kendi hayatımı yenemedim!
Kendi ailem yok babaanne! Oysa gitmeden önce, her fırsatta bana önemini anlatırdın!Ama nasıl olsun ki babaanne... Aşkı istedim olmadı, sevmeyi istedim olmadı, sonra dedim bu uçurumlardan bir güzellik en azında bir güzellik çıkarayım dedim o da olmadı...
Seni son gördüğümde, "gene gel babanke demiştin" bana ve geldiğimde sen mezarında yatıyordun babaanne... Merak etme bundan sonra her geldiğimde sonsuza kadar ordasın... ve bir gün ben de senin yanına yatıcam; sessiz sedasız...
Özledim seni... Ve hayatımı düzeltmek için yukarılarda bir yerde en azından birini tanıyorsan, lütfen rica et ona.... Yarın en azından güzel bir şey olsun şu hayatımda...
3 Nisan 2012 Salı
Gözlük

İyi değiliz gözlük bak durmadan
kırmaya çalışıyorlar bizi hiç iyi
değiliz iki gözüm, bende can, sende cam
bırakmadılar, daha kırılacak ne varsa bizde,
gözlüğü olmayanlar çok mu acımasız oluyor
ne, çekip alıyorlar seni gözümden, öyle
çok eziliyoruz ki gözlük, sen bensiz kırık,
ben sensiz karanlık, nerde insanlık
bizi bu kadar kırmasalar, di’mi cam
dostum, onlara da birer gözlük alırdık!
Ne güzel gözümün önünde olman yine,
sensiz ne gülüşün tadı var ne de bakışın
sen olmayınca kötülük daha kötü görünüyor
gözüme, yumruklar daha zalim, sözler daha
sert iniyor yüreğime, sensiz bu dünya
bomboş görünüyor gözüme, sana gözüm
gibi bakacağım, artık senden başkasını görecek
gözüm yok, bizi görmeyenlere
söyleyecek sözüm yok, bizi çok kırdılar gözlük,
bizi tuzlabuz, bizi unufak, bizi camçerçeve
kırdılar da bakmadılar bir kez olsun cangözüyle,
şimdi hem cana, hem cama göz diktiler,
hem gözden düştük hem sözden, bir daha
kırılamayız gözlük, sonumuz olur kırılmak bir daha,
parçamızı bulamazlar ikimizin de! Ah ne bakacak
göz, ne görecek gönül bırakmadılar bize,
bir güzellik kalsaydı, iki ne dört gözümüzle
titrerdik üstüne, candan içeri olan camdan içeri
derdik demesine de, öyle bakımsız, bakışsız
bıraktılar ki gözümüzü, gönlümüzü, ne can
hevese geldi, ne göresi geldi camın,
biz birbirimize iyi bakalım gözlüğüm, canım,
belki onlar da iyi bakarlar kendilerine,
gözlüğüm, iki gözüm, kemiğim, bu sözlerimle
umarım kırmamışımdır seni, zira çok incesin
kırılırsın, kırılır arkadaşlığın camdan kalbi de!
Haydar Ergülen (Üzgün Kediler Gazeli'nden)
2 Nisan 2012 Pazartesi
Sabahattin Ali

Hapishane Şarkısı -5-
başın öne eğilmesin
aldırma gönül, aldırma
ağladığın duyulmasın,
aldırma gönül, aldırma
dışarda deli dalgalar
gelip duvarları yalar;
seni bu sesler oyalar,
aldırma gönül, aldırma
görmesen bile denizi,
yukarıya çevir gözü:
deniz gibidir gökyüzü;
aldırma gönül, aldırma
dertlerin kalkınca şaha
bir küfür yolla allaha
görecek günler var daha;
aldırma gönül, aldırma
kurşun ata ata biter
yollar gide gide biter;
ceza yata yata biter;
aldırma gönül, aldırma
Sabahattin Ali'nin, o iyi yazar ve şair adamın, güzel insanın bugün ölüm yıldönümü... Şu anda bulunduğum ilde...Bu bilgisayarın başından kuş uçuşu 60 km ötede katledildi... Ve onun gibi aydınlar yıllarca öldürülmeye devam etti...Kabullenemiyorum!
27 Mart 2012 Salı
Şair Atışması
Cemal Süreya:
"Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum."
Can Yücel:
"Seke seke ben geldim
Sike sike gidiyorum..."
26 Mart 2012 Pazartesi
Why Ask Me
through early morning fog i see
the visions of the things to be
the pains that are withheld from me
i realise and i can see
suicide is painless
it brings on any changes
but i can take or leave it if i please
the game of life is hard to play
i'm gonna loose it anyway
but losing cards are some days late
so this is all i have to say
the sword of time will pierce our skin
it doesn't hurt when it begins
but as it works its way on in
the pain grows stronger watch it grin
a brave man once requested me
to answer questions that i keep
"is it to be or not to be"
and i reply "oh why ask me ?"
and you can do the same thing if you please
Aynı
-Olric be, neden benim hikayelerimin sonu aynı bitiyor?
-Kurguda hata var efendim.
-Tanrı da mı?
-...
-Kurguda hata var efendim.
-Tanrı da mı?
-...
21 Mart 2012 Çarşamba
İç Nefes
o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!
aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
o bir dile sığınmıştı, sözü içinde
yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde
ben eski kalmıştım, senin içinde
oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni!
düşü geçtik, kendine bakabilirsin
o bir bende kırılmıştı, hayli içimde
ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde
oysa kaç bahçe yerine açmıştım seni!
kimi geçtik, kimseye sorabilirsin.
Haydar Ergülen-Üzgün Kediler Gazeli'nden
Dünya Şiir Gününüz Kutlu Olsun...Dünya şiir olsun; dizelerden içelim suyu, imgelerden beslenelim fena olmaz mı...
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!
aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
o bir dile sığınmıştı, sözü içinde
yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde
ben eski kalmıştım, senin içinde
oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni!
düşü geçtik, kendine bakabilirsin
o bir bende kırılmıştı, hayli içimde
ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde
oysa kaç bahçe yerine açmıştım seni!
kimi geçtik, kimseye sorabilirsin.
Haydar Ergülen-Üzgün Kediler Gazeli'nden
Dünya Şiir Gününüz Kutlu Olsun...Dünya şiir olsun; dizelerden içelim suyu, imgelerden beslenelim fena olmaz mı...
13 Mart 2012 Salı
13 Mart 2012
Tarihe kendi tarafımdan not düşülsün diye yazıyorum bu yazıyı çünkü karar açıklandığından beri,bir şeyler yazabilmek çok zor.Boğazıma takılan bir hüzün ve acı var! Bu toprakların bitmeyen hesaplaşmalarında, devlet ve vatandaşı eliyle yakılan insanlar var... 2 Temmuz 1993'te, ben 10 yaşında bir çocuktum... Televizyonda, kalabalık hunharca haykırıyordu, önlerinde bir asker takımı...Onların önlerinde ise oteli yakan insanlar vardı! Ve evet onlar da insandı, ve onlar bile işledikleri o suçtan dolayı yakılmayı hak etmiyorlardı... Keşke o gün kanatlarım olsa diye düşünmüştüm, kursağıma alacağım bir damla suyu ateşin içine bırakmak için... Çocukçaydı ama çocuklar bile bu coğrafyada ölümü erken öğreniyorlardı... Bir şeyi de öğreniyorlardı, zamanla:Nefreti,hıyaneti ve devletin o gün Sivas'ta insanların yakılmasını engellemediğini!
Nefret o kadar büyütülüyordu ki bu topraklarda, gün geliyor, bu yazının yazarı 20'li yaşlarında, üniversite kantininde Sivas konusu açıldığında; aynı masada oturduğu arkadaşlarından bazılarının; "iyi ki yakmışlar pezevenkleri" lafını duyabiliyordu! Nefret bütün algıyı kapatıyordu, taşlaşıyorduk işte bir üniversite kantininde, beraberce yuvarlanıyorduk uçurumdan aşağıya...
Ve bu gün bir şey daha öğreniyordum, adalet bu topraklarda yoktu! İnsan yakmak serbestti, yeterince kaçabildiğiniz sürece; bir gün zamandan aşıyordu davanız! Üstelik devlet, karar açıklandıktan sonra adliye dışında bekleyen insanlara, biber gazı sıkıyordu, havaya kurşun sıkıyordu... İçerde adalet ruhlara sıkarken, dışarıda devlet insanına sıkıyordu! Bir kez daha uçurumlara yuvarlanıyorduk...
Daha fazla yazmak da gelmiyor içimden,Madımak'da katledilen şairim metin Altıok söylesin son sözü:
...
sen orda şimdi bir hüznü köpürt
ben bir çocuğa su vereyim burda
ben ki kiracıyım bir acıya.
Fight Club

Tyler Durden: We're a generation of men raised by women. I'm wondering if another woman is really the answer we need.
6 Mart 2012 Salı
Umurumda Değil
Hiçbir şey ve hiç kimse umurumda değil kendimden başka... Çünkü umursadığım her şey ve her kişinin sonu; reçeteli kimyasallara çıktı! Ve o yolun sonu; kendi yıktığım çıkmaz sokakların yıkıntıları ile duruyor, ardımda bıraktım... Ellerim yara bere içinde! Ama yolu açtım... Bu yüzden umrumda değil, hayat bile...
29 Şubat 2012 Çarşamba
20 Şubat 2012 Pazartesi
Üvercinka

böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil
senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil
birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil
burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil...
Cemal Süreya
Dükkanı açtık böylece, bir nazar duası olarak da şairim Cemal Süreya'nın en sevdiğim şiirlerinden biri olan Üvercinka'yı astık, dükkanın en görünen yerine... Umarım her yazı güzel olur...
Hoşgeldiniz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)