Çaydanadamlık
4 Nisan 2013 Perşembe
Cacık Bile Olamayanların Ülkesi
bu ülkeden cacık olmayacağını en fazla ne zaman anlıyorum, futbol tartıştığımız zaman! herkesin en çok bildiği aslında bilmediği tek şey futbol...düşünün bir ülkenin halini,basit bir oyunu bile bildiğini zannedip aslında bir bok bilmiyor... biz daha oyun oynamayı bilmiyoruz, nereden bileceğiz sosyal paylaşımı,kardeşçe yaşamayı,dinlere ve mezheplere saygıyı,yoksulluğu,faşizmin ve ırkçılığın illet bir şey olduğunu,sevgiyi,saygıyı,insanca yaşama onurunu...
21 Mart 2013 Perşembe
Episode
yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
içimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar
bir yarasa ayaklanır.aç gözlü bir kuş
varır kocaman bir şey olmanın bilincine
birden bir ses biçiminde,radyomuzun içinde
duyurur iki caz parçası arasından biri
ya gülünç bir yas töreni
ya toptan bir öldürme
belki de
soğumaya yüztutmuş bir fincan sütlü kahve
dönüşür ellerimizde kanlı,kırbaçlı
bastırılmış bir greve,yırtılmış dövizlere
örneğin üç yüz ölü,bir o kadar yaralı
ve sömürge şapkalı ve sten tabancalı
gözü dönmüş biriyle
o güvenlik manşetleri birtakım gazetelerde
yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
belki en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
ki bütün işkenceler,ezinler ve kırımlar
damlayan bir musluktur yerine göre
yoksa bir enkaz altında bir ölüm
ya da puslu bir havada,bir cinayette
bir ölüm
ölümün anlamı ne?
Edip Cansever
23 Şubat 2013 Cumartesi
Dünyaya Çıplak Gelip 4 Metre Bezle Gidenlere
bugün bir başlangıcın acabasında, bir fabrikanın dar ve uzunlamasına uzanan odasında beklerken,Nil Karaimrahimgil'in şarkısı çalıyordu:"ben bu dünyaya çıplak geldim" evet bu dünyaya çıplak geliyoruz ama dünyanın kendi kurallarından mı,sosyolojik sonuçlarından mı ya da tamamen inandığımız dinlerden midir bilinmez 4 metrelik bezlere sarılıp sarılıp uzanıyoruz çukurlara.. ve şu an başladığımız her şeyin bir bitişi olduğunu da ancak ölüler biliyor çünkü biz yaşayanlar hiçbir şeyin farkında değiliz, ölmeden ölümün ne olduğunu bilmek doğaya aykırı çünkü... aldığımız nefesin son nefes olduğunu bilen canlı bizler öyle bir nefes çekerdik ki; kainat öyle son nefes görmezdi... heyhat yapamıyoruz işte! uzanıyoruz farkına bile varmadan topraklara...
her ölüm tabii ki erken ölüm de, genç ölenler bana iki kez ölüyor gibi geliyor çünkü genç ölümde bir başkası da ölüyor, en yakınlarının yaşama sevinçleri ölüyor...siz hiç yaşama sevinci ölen bir insana dokundunuz mu? ben dokundum,elim üşüdü...
bugün ben bir başlangıç yaparken ,,birileri gidiyordu bu dünyadan... her gün nefes almanın bile paraya bağlandığı bir dünyadan... her şeyin paraya bağlandığı dünyadan...aslında hiçbir zaman iyiye gitmeyen bir dünyadan... belki ben yanılıyorumdur,dünya iyidir sadece bize kötülükler denk geliyordur ve insan nasıl yaşarsa öyle biliyordur...kim bilir?
şairin dediği gibi "ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi" ondan ötesi berisi yok... önümüz bahar,o toprakların üstünde de çiçekler açacak,topraktaki azot mikroskopik canlıları besleyecek...yani bir yandan yaşam devam edecek... sahi biz daha kaç bahar göreceğiz...
her ölüm tabii ki erken ölüm de, genç ölenler bana iki kez ölüyor gibi geliyor çünkü genç ölümde bir başkası da ölüyor, en yakınlarının yaşama sevinçleri ölüyor...siz hiç yaşama sevinci ölen bir insana dokundunuz mu? ben dokundum,elim üşüdü...
bugün ben bir başlangıç yaparken ,,birileri gidiyordu bu dünyadan... her gün nefes almanın bile paraya bağlandığı bir dünyadan... her şeyin paraya bağlandığı dünyadan...aslında hiçbir zaman iyiye gitmeyen bir dünyadan... belki ben yanılıyorumdur,dünya iyidir sadece bize kötülükler denk geliyordur ve insan nasıl yaşarsa öyle biliyordur...kim bilir?
şairin dediği gibi "ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi" ondan ötesi berisi yok... önümüz bahar,o toprakların üstünde de çiçekler açacak,topraktaki azot mikroskopik canlıları besleyecek...yani bir yandan yaşam devam edecek... sahi biz daha kaç bahar göreceğiz...
12 Ocak 2013 Cumartesi
Köy Hayatı?
büyükşehirden taşraya kaçmak iyidir denir,peki taşradan nereye kaçılır?köye tabii ki... aslında bu taşra mevzusu biraz da insanın kendi içindeki şehir dürtüsüne ne şekilde cevap verebildiği ile alakalıdır,yani bir şehri ne kadar seviyorsanız ya da nefret ediyorsanız, o şehir sizin biçtiğiniz role bürünür! dün kaçtım biraz bu dürtüden biraz da şehrin kendisinden.atladım arabaya,sürdüm Sütlüce'ye...Mutlu'nun yanına,eski dost ve hayatın çemberinden biraz geçmiş güzel insan,üstelik yaşı daha 29! babasının işlerini devralmış,üniversite mezunu insan, İstanbul'u bırakıp köyde kasap,ızgara ve çevirme işini yapan genç girişimci...adamda ünvan çok sabaha kadar yazarım ama gerek yok daha fazlasına... Evdekiler de aile dostumuz sayılır,uzun yıllardır tanışırız; geleceğimi duyunca çayı koymuşlar ocağa,bir de kahvaltı hazırlamışlar...kahvaltı da kahvaltı,hemen hemen her şey hakiki,siz organik diyorsunuz... Mutlu bir de keçi peyniri bulmuş ki,hayatımda ilk defa yedim;yemelere doyamadım,müthiş bir tat!
Sütlüce; Ahmetbey kasabasından sonra Pınarhisar yoluna saptıktan sonra 5 dakikalık mesafede...Mutlu köyün meydanında zaten;bahar ve yaz aylarında oğlak çevirmesi ile meşhur! Mart'tan Haziran'a kadar oğlak çevirme var,neden süre kısa diyenlere çünkü o dönemler dışında oğlak çıkmıyor... ben o dönemi bekleyemedim gitmek için çünkü adamla oturup iki sohbet edemiyorum çevirme döneminde (tıklım tıklım içerisi ve bahçe) bu günlerde sadece köfte ve kuzu eti var ve çok da kalabalık değil akşamları köy ahalisinin yemek yiyip, kafayı bulduktan sonra da tavşan ve domuz avı muhabbeti yaptığı tipik bir Trakya köy meyhanesi kıvamında! evet kışın Trakya'da bir köy meyhanesinde iseniz duyacağınız şeyler bellidir:tavşan,domuz,av ve köpekler...dün gece olmayan av kültürüme yeni kelimeler kattım otururken...
ben misafir olduğumdan tabii her şeyi tatma imkanına sahip olduğumdan,ne varsa azar azar tattım ama ilk defa yediğim kuzu böbreğe, pişmeden önce karışık duygular ile bakarken piştikten sonra hayran hayran baktım!bence bu kuzu böbrek sakatatların şahı, biraz kekik ve tuzla yerken kendimi Vedat Milor gibi hissettim;adamın kuzu ile ilgili olan her münasebette gözlerinin ışıması ve yerken kendinden geçmesini dün iyice anladım...
ve kuzu eti tabii ki, on numara beş yıldız! yağı bile yeniyor ve hiç rahatsız etmiyor adamı,yanında da bir duble rakı,oh yarasın...
günün birinde köy hayatına geçeceğimi hissediyorum hatta biliyorum,köyde hiç büyümemiş olsam da; yaş biraz ilerlediğinde huzuru başka yerde bulamayacağım gibi... bahçeyi ek,birkaç tavuk,kuzu besle...sobanı yak,yazın bahçede rakı demlen...kuş sesi dinle ve birkaç kitap oku...he bir de bahçede söğüt ağacı şart!
Adres:Ömer'in Yeri Oğlak Çevirme
Sütlüce Köyü-Kırklareli
Sütlüce; Ahmetbey kasabasından sonra Pınarhisar yoluna saptıktan sonra 5 dakikalık mesafede...Mutlu köyün meydanında zaten;bahar ve yaz aylarında oğlak çevirmesi ile meşhur! Mart'tan Haziran'a kadar oğlak çevirme var,neden süre kısa diyenlere çünkü o dönemler dışında oğlak çıkmıyor... ben o dönemi bekleyemedim gitmek için çünkü adamla oturup iki sohbet edemiyorum çevirme döneminde (tıklım tıklım içerisi ve bahçe) bu günlerde sadece köfte ve kuzu eti var ve çok da kalabalık değil akşamları köy ahalisinin yemek yiyip, kafayı bulduktan sonra da tavşan ve domuz avı muhabbeti yaptığı tipik bir Trakya köy meyhanesi kıvamında! evet kışın Trakya'da bir köy meyhanesinde iseniz duyacağınız şeyler bellidir:tavşan,domuz,av ve köpekler...dün gece olmayan av kültürüme yeni kelimeler kattım otururken...
ben misafir olduğumdan tabii her şeyi tatma imkanına sahip olduğumdan,ne varsa azar azar tattım ama ilk defa yediğim kuzu böbreğe, pişmeden önce karışık duygular ile bakarken piştikten sonra hayran hayran baktım!bence bu kuzu böbrek sakatatların şahı, biraz kekik ve tuzla yerken kendimi Vedat Milor gibi hissettim;adamın kuzu ile ilgili olan her münasebette gözlerinin ışıması ve yerken kendinden geçmesini dün iyice anladım...
ve kuzu eti tabii ki, on numara beş yıldız! yağı bile yeniyor ve hiç rahatsız etmiyor adamı,yanında da bir duble rakı,oh yarasın...
günün birinde köy hayatına geçeceğimi hissediyorum hatta biliyorum,köyde hiç büyümemiş olsam da; yaş biraz ilerlediğinde huzuru başka yerde bulamayacağım gibi... bahçeyi ek,birkaç tavuk,kuzu besle...sobanı yak,yazın bahçede rakı demlen...kuş sesi dinle ve birkaç kitap oku...he bir de bahçede söğüt ağacı şart!
Adres:Ömer'in Yeri Oğlak Çevirme
Sütlüce Köyü-Kırklareli
6 Ocak 2013 Pazar
Hikayem Paramparça
Taşralı ruhunu kaybetmediği sürece Emrah Serbes'i sonsuza kadar okuyabilirim... Galip İşhanı öyküsü de bu ruhun fazlaca öne çıktığı bir öyküydü ve enfesti...
28 Aralık 2012 Cuma
Kürk Mantolu Madonna
"Bundan sonra her gün Maria Puder'le buluşup beraber gezmeye başladık.Birbirimize söyleyecek şeyleri ilk akşam bitirmiş değildik.Her zaman karşılaştığımız insanlar,manzaralar,bize düşüncelerimizi söylemek ve bunların birbirine ne kadar yakın olduğunu tespit etme imkanı veriyordu.Bu fikir yakınlığı,her noktada aynı şekilde düşünmenin neticesiydi;gerçi bunda bir tarafın fikrini kabul edip kendisine mal etmeye diğer tarafın evvelden hazır bulunmasının da tesiri vardı.Fakat karşısındakinin her kanaatini doğru bulup benimsemek için vesile aramak da bir nevi ruh yakınlığı alameti değil miydi?" (s.105)
20 Aralık 2012 Perşembe
12 Aralık 2012 Çarşamba
12.12.12 (Dijital Dilek)
tarihi tam hatırlamıyorum ancak yine böyle sayılardan yada tarihlerden dilek tutma günü,kombinasyon olmuş yine bir şeyler; sabahın körü ama ilk ders değil öğleden önceki son ders de değil çünkü daha karnım acıkmamış...
sabahları sıraya oturunca ilk işim bugün hangi dersi dinlesem,hangisini dinlemeyip öğretmen otoritesine karşı gelsem,konuşup sağa sola sataşsamı düşünmek, Uluç bunların hiçbirini düşünmeyip direkt konuşma olayına giren sıra arkadaşım olarak;kombinasyonu hala hatırlamadığım bir anda, saatimin takılı olduğu kolu kendine çekip bana saatin dijital ekranını gösteriyor: "bak oğlum gördün mü?" "neyi lan?" "dizilime bak,hepsi aynı anda, aynı sayıda,dilek tutsana...""ya aga bir siktir git"
modern insanın dilek tutma biçimleri gittikçe şaşırıyor kendini, üstelik buralara iki aynı isimli insanın arasına denk gelince,"dilek tutayım" dan geliyoruz... çocukken bu kadar kafamız çalışıyormuş demek ki; büyüyünce aletler gelişip büyüyünce,dijital hayatlarımızın kodlarını başkaları yazarken dilek şekillerimiz de gelişiyormuş demek ki... dilek tutmak iyidir,yani pek bir işe yaramaz ama ağaçlara tutunmamızı sağlar!hangi ağaçlar? ne bileyim ağaç sözcüğü çıkıverdi aklımdan bir anda, evrime inanıyorsanız maymunluk dönemimizden kalan ağaçlar da olabilir... hem o zamanlar kodlarımızı tek bir şey yazıyordu:inançlılar için tanrı,inançsızlar için kozmos!
12.12.12 bana göre birbirinin yanında şık duran sayılar,e ama kola ile pizza da şık duruyor bana göre; o zaman da dilek tutayım bari... her şey şıklıkla ilgili bana göre zaten! çok büyük laf ettim aman şu dilek konusuna geri döneyim.
dedim ya modern insanın isteklerini tanrı ya da kozmos (bizde her inanca saygı var kardeşim burası seküler bir blog)dan değil de sayılar kombinasyonundan istemesi, çokça saçma ama anlaşılabilir bir durum...ta eski çağlardan beri (maymun dönemimize kadar gitmeyin neandartel dönemde kalın) dilek dileyen insanoğlu, bu yüzyılda da elbette dilek dileyecek! ağaca bez bağlanan eski yöntemlerin yanına,böyle dijital dilekler de ekleyecek... sorun falan yok ortada,sadece kendini bu işe fazlaca kaptırmak var! insan böyle bir günde evlendi diye hayatında hep mutlu olacağını düşünme saçmalığına kapılıyorsa,heh sorun burada işte!
dilek dileyin güzeldir, ruhu okşar biraz,biraz da ferahlık verir dilendiği anlarda...çünkü bu hayattan hep istediğimiz bir şeyler vardır...
hayatın akıp giden çizgisini biraz da tevekkül ile karşılamak heveslisi olsak da, bu 12.12.12 şıklık olarak kalsa hayatımızda fena olmaz mı?
ah tevekkül, unuttuğumuz o eski güzel kelime...
9 Aralık 2012 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)